Eleştiren İnsan | Özgün Yücetürk | Final-Abdi Güzer

6-House-Babel-0

Eleştiren İnsan

 

“Söylenebilir olmayan, – söylenebilir olmayan olarak-  söylenmiş olanda içerilmiştir.

L.  Wittgenstein

Her birey kendini eleştirir. Kendisinin, saf  doğru ya da salt bir yanlış olmadığının, çevresel, kalıtsal, raslantısal tüm etkenler ile şekillenmiş olup şekillenmeye de devam ettiğinin ve bu etkenler altında bir benlik oluşturduğunun  farkına varır.  Bilir ki, kendisi çevresel, kalıtsal, raslantısal etkenlerden bazıları ile karşılaşmış ve ona göre hayatın karşısında bir pozisyon almıştır. Seçilimlerin veya kaybedişlerin ürettiği indirgemeler ile şekillenmiştir.  Kendini eleştiren birey bu indirgenen durumların nedenselliğini anlamlandırmaya çalışır. Kaderini onu vareden ilişkileri eleştirerek, sorgulayarak çizer.  Eleştirisi ve sorgusu anlamaya yöneliktir, önce kendini anlar  daha sonra da çevresini.  Sonuçta insan bilince sahip bir tasarım ürünüdür, değişir. Gelişmek ve yok olmamak için de kendi bilincini üretimlerine aktarmak ister.  Sözlerine, ürünlerine, mimiklerine, bedenine bir anlam yükler.  Tasarımın kendisi de bu yüklenen anlamlar bütününden oluşur.  Anlamlar üzerinden tekrar benlik şekillenir, sürdürülebilir kılınır. Buraya kadar insan içsel bir eleştiri ile varolmuştur ancak hayatın akışı içinde birey kamunun bir parçasıdır, her birey kendini eleştirdiği gibi onu vareden çevresine de eleştiri yöneltir.

Fakat birey kendini hangi yargılar ile eleştirir ve bu bireysel eleştirisi ardından oluşturduğu anlam, çevreye nasıl bir eleştiri yöneltir?  Eğer birey bir tasarım ise aynı soru onun üretimleri için de geçerlidir. Kişi, tasarımcı, mimar ürününü hangi yargılar üzerinden şekillendirir ve ürettiği ürün ile bize, çevreye ne söyler?  Eleştirel söylemden önce  insan-dünya , insan-insan ilişkileri arasında bir anlamlama sorunu olduğunu1 belirtmek gerekiyor. Eğer eleştiri, tasarım eleştirisi de dahil, anlamların anlamsal bütünlüğü sorguluyor ise bu anlamları anlamlandıran bir üretim süreci olduğunu söylemiş oluruz.  Anlamların bir paket halinde önümüze gelmediğini, bu anlamları üretenlerin de bizler olduğunu görürüz. Sonuçta üretim süreci ardından gelen çözümleme sürecine  ise eleştiri adını veriyoruz.  Bu noktada yazının yazılma sebebi olan Abdi Güzer söyleşisinde ele alınan eleştiri kavramının genişliği sorgulanabilir gibi gözüküyor. Çünkü eleştiriyi birincil, yani üretimi şekillendiren süreç olarak değil , anlamlandırılan, üretilen durumların teftişi, kontrol edimi olarak ikincil bir düzlemde değerlendirmek gerekiyor. Aksi taktirde biz bireylerin anlamları anlamlandırmasına olanak sağlayan deneyimleri eleştirmiş, değiştirilemez bir durumun haksız (yanlış veya doğru değil)  eleştirisini üretmiş oluruz. Ancak eleştirinin kapsamını araştırırken dilin ürettiği kalıplar üzerinden tarihsel bir inceleme yapmaktansa eleştirinin ifade edildiği düşünsel zemini irdelemek gerekiyor. Husserl’ın da dediği gibi dilin sadece iskeletinin değil kullanımının da önemi olduğunu söyleyebiliriz.2

Kelimenin kullanımını irdeliyor isek, yukarıda değinilen haksız eleştiri  – eleştiri olmayan yargı-  örneği olarak  Güzer’in konuşmasına bakmamız gerekiyor.  Tasarımda eleştirinin önemini ve gerekliliğini tartıştığı konuşmasını, katılmış olduğu Antalya Expo Kulesi Tasarım Yarışması’na gönderdiği proje üzerinde somutlaştırırken Güzer, mimari bir ürün olarak günümüzde kulenin artık işlevini yitirdiğini, geçmişte de gücün simgesel bir ifadesi olduğunu, demokratik bir sistemde yeni bir kulenin expo bağlamında gereksiz olduğunu belirtiyor:

    “20. yüzyılda yaşıyoruz, bir kule!, niye yapılır bir kule ? Bir kule eskiden teknoloji kısıtlıydı, Ankara’da bir paraşüt kulesi yapıldığı zaman Ankara’nın en yüksek yapısı ve simgesi vesaire idi. Su kuleleri eksantrik formlarda yapılırdı, yazlıklarda falan görürsünüz hala. Yani kule simgesel bir değerdir bu bir, ikincisi de güç gösterisidir tarihte, bütün bu kaleler falan hepsinin kuleleri vardır ama böyle ezbere hadi bakalım Expo yapıyoruz, bir tane de kule yapalım diye bişi çok garibime gitti ve metnini aldım yarışmanın, okudum. Kule sanki herkes tarafından meşru bulunan biçim ve form yani meşrulaşmış, bunun yarışması yapılıyor. Anlamak mümkün değil, artık şehirde herşey kule. Avrupa’nın en yüksek binası biraz ilerde duruyor. Ondan önce yaptığın bütün kuleler onun onda biri yüksekliğine bile erişmemiş. Her yerde yüksek yapının olduğu yerde kulenin artık simgesi mi kalır. Güç, yahu demokrasiden, katılımdan bahsediyoruz, insan haklarından bahsediyoruz,niye birşey simgesel olarak ortaya çıkıyor? Şimdi kimse bunu sormuyor. Bunun üzerine biz çok enteresan bir öneri yaptık. Kule gibi olmayan alçak bir yapı, zeminde yapılaşıyor ve yükselmiyor. Jüri beğenir beğenmez ama uzun uzun yazdık, kule kavramının niye artık bu çağda sorgulanması gerektiğini, temsil ettiği değerlerle yüzleşilmesi gerektiğini, kulenin otoriter bir yapı olduğunu felan filan. Juri raporunda şöyle diyor:   Proje, kule beklenti ve özelliklerine ulaşmadığı için… “

  Bu anlatıda Güzer’in Kule ile olan deneyimini ve birikimini bu kavramı yorumlarken nasıl kullandığını kendi deyimiyle eleştirel sürece nasıl eklemlediğini görüyoruz. Eleştiri kelimesininin kapsamını genişleten, dünyayı anlama ve anlamlandırma ve bu anlamlara değer biçicek olan bir eleştirel düşünce sisteminin olduğunu söyleyen Güzer, “Kule” kelimesini metaforlaştırmış gözükmüyor mu? Güzer’in dediği gibi bir Expo’nun kule talep etmesi, kulenin tarihsel bağlamından yola çıkılarak, anti-demokratik bir yaklaşım olarak okunabilir mi? Kule’nin günümüzdeki alternatifi geometrik olmanın ötesinde anlamsal olarak onu yok saymak mıdır? Yarışma kule talep ediyor. Tasarım üretiminin indirgeyici bir süreç izlediğini söylüyor isek bu indirgemenin sınırları olduğunu çünkü zaten sınırların indirgemeyi ortaya koyduğunu belirtmek gerekiyor. Güzer’in kule ile kurduğu ilişki artık kulenin anlamsız olduğunu söylüyor olsada kulenin demokratik bir ifade biçiminin olamayacağı anlamına gelmiyor. Çok meşhur eVolo magazine dergisinin düzenlediği “Skyscraper ” yarışmaları her sene farklı konseptler ile yukarı doğru konumlanan bir yapının alternatifini, çokça da fazla anlamsal farklılıklar ile ortaya koyuyor. Gökdelen isteğine yöneltilen eleştirel yaklaşımlar olduğu kadar, yüksek bir yapının işlevini zorlayan fütüristik yaklaşımlar da ortaya çıkıyor.  Yani Güzer’in dediğinin terside mümkün, bir kule, kule olarak gücün simgesi olmayabilir, ya da bir yapı ne kadar simgesel ise o derecede simgesel olabilir. Antalya expo kulesi örneği üzerinde de yarışma şartnamesinde belirtilen görünür olma işlevi simgeselliğin ötesinde işlevsel olarak kurgulanabilir. Bu kurguda anlamsal bir farklılık üretebilir, simge talep etmek anti-demokratik olmayadabilir ve üretilen yeni durum ek olarak sınırlara uyan ama Tschumi’nin deyimiyle sınırlarda duran bir yapı olarak ortaya çıkabilir. 3

Abdi Güzer’in sözünü ettiği anlamsal farklılığı mimari tasarımda “yeni olan” olarak okumak mümkün. Mimari tasarımda ise yeni olan farklı biçimlenişlerin yanı sıra farklı yorumlar üzerinden de gelişebiliyor. Le Corbusier’in Villa Savoye veya Marsilya Konutlarını düşünürsek, binaların pilotiler üzerinde yükseltilmiş olmalarını baz alıp tarihe bakarak geçmişte korunmak amacıyla yerden yüksek binalarda yaşayan insanların anti-demokratik tavırlarından ötürü Corbusier’in yaklaşımını elitist olarak da yaftalayabiliriz. Belki de haklı oluruz. Ya da onun üretimini çağdaş bir mimari konut anlayışı olarakta yorumlayabiliriz.4 Sonuç olarak, Güzer’in bahsettiği tasarım sürecinde pozisyon almanın eleştirel bir sürecin sonucu olarak değil, hayatı deneyimlerimiz ve birikimlerimiz üzerinden nasıl anlamlandırdığımız ile ilişkili olduğunu söylemek gerekiyor.

Asıl önemli nokta ise anlamsal farklılık üretmek adına, kuleyi yapmak isteyen ve bu isteğe karşılık veren tasarımcıların anti-demokratik bir çarkın isteyerek ya da istemeyerek içine girdiğini ima etmenin eleştirel bir yaklaşım olmadığını söylebilmek. Bunun yanında bu anlatı Güzer’in haksız olduğunu da söylemiyor. Hatta haklıda. Gerçekten de kulenin demokratik olmayan aktörlerin simgesi halinde tarih boyunca kullandığı bir gerçek. 1937’de Paristeki Uluslararası sergi bunun dramatik, günümüz koşullarında da belki ironik bir örneği. Bankaların, petrol şirketlerinin yüksek yapılar yaparak yine bir güç oluşturma eğilimi de günümüzün bir gerçeği. Ancak bütün bunlara dayanarak kule yapmamak, eleştirel bir tutum değil bir anlamlandırma olarak karşımıza çıkıyor. Yazının başında belirtildiği gibi bu bir anlamlandırma süreci olup, eleştiri ise Güzer’in bu anlamları çözümleyerek oluşturduğu projesi oluyor. Ama Güzer’in yanılttığı nokta bu anlamlandırma sürecini de eleştirel düşünce kapsamında incelemesi. Belirttildiği gibi bunu eleştiri saymak eleştiri kültürünün oluşmamasına ön ayak oluyor. Çünkü bir deneyimi yani kulenin güç simgesi olarak yorumlamaya yol açan süreci eleştiri olarak kabul ettiğimiz zaman bunun aksini söyleyenin, deneyimleyenin, anlamlandıranın pozisyonunu yanlış kabul ettiğimiz ortaya çıkıyor ve eleştiri tartışılmaz bir noktaya sürükleniyor. Bu anlamlandırmaların hiç birinin yanlış olmadığını söylemek gerekiyor.

Mimari eleştirinin kökenlerini edebiyata dayandıran Güzer, edebiyatın eleştiri sözcüğünü terk etmesinden de bahsetmiyor. Edebiyat değerlendirmesi layıkıyla anlama (appreciation)5 sözcüğü ile eleştiriyi yani yargılayan yıkıcı kökeni olan bu kelimeyi ayrı tutuyor. Mimarlığın üretimlerini değerlendirecek, anlamlandıracak devşirilmiş edebi eseri okuma yöntemi, eleştiri ve anlama kavramları arasında gelgitler yaşıyor. Güzer şöyle diyor,

“Bugün “eleştiri” kavramı bir yandan herhangi bir nesne ya da olgunun varolma biçimini anlamaya yönelik çabaları, öte yandan bu varolma biçimine atfedilecek değerleri içerecek geniş bir kullanım alanını kapsamaktadır. “

Bu alıntı da görülüyor ki, anlamaya yönelik çabanın ötesi varolanın değerini belirlemenin yetkisini veriyor. Kuram ise Güzer tarafından bir düşünce sistemini anlamaya araç olan, ya da bir durumu düşünce sistemine formüle eden,  tekrar eden ilişkilerin benzerliklerinden oluşan eleştirinin bir öğretiye dönüşme süreci olarak tanımlanıyor. Bu süreçte anlama, ayırma ve formüle etme aşamalarında eleştirel düşünce biçimi tetikleyici bir unsur, bir araç olarak karşımıza çıkıyor. Peki tüm bu formülasyon içerisinde  ‘anlayan’ eleştirmen, yargı, beğeni, yetişme, ayrım duyarlılık konumunun getirdiği, nitelikli, titiz ve yansız sıfatlarına haiz mi oluyor?6  Yoksa kuram bir bilginin eleştirilmesine aracılık eden ideoloji tanımlıyor da eleştirmen bu ideolojiyi gizleyip, yargı konumunu mu sağlama alıyor? Yargı’nın günümüz koşullarında tarafsız olması gerektiğine yönelik önkoşulun farkındalığında, yargıcın öznesizliği eleştirmen için verimli bir alan açıyor.

Kısacası kişisel deneyimlerimiz ve rastlaşmalarımız ile oluşturduğumuz yargıları eleştirel kültürün oluşumu içinde görmek yanıltıcı oluyor. Ayrıca deneyimler üzerinden şekillenen yargıları, Güzer’in deyimiyle eleştirileri,  salt deneyimler üzerinden şekillendiği için samimiyet çerçevesinde  sonu olmayan bir tartışmaya da açmak mümkün oluyor.  Daha açık olmak için bir örnek vermekte fayda var.

Bir Kule yarışmasında, belli tarihsel alıntılar ile ve güncel durumlara referans vererek Kule yapmama fikri mimara ilgi çekici gelebilir. Hatta mimar farkındadır ki bu söylem üzerinden prestij kazanılabilir. Jüri bir kule yarışması sınırları içerisinde, kule yapmayan bir projeyi seçerek özgür, bağımsız bir karakteri olduğunu ifade edebilir,  o da prestij kazanabilir. Buna ek olarak bu kulenin yapılacağı Expo’da böyle aykırı kararlar üzerinden gündem oluşturulabilir, bu gündem sayesinde katılımcı sayısı artar, Belediye Başkanı’da seçilen projenin tasarımcılarını ve jüriyi tebrik eder, basında kendini gösterir. Bu senaryo bizzat bu şekilde mimar tarafından yarışma sonu açıklanabilir mi? Prestiji kazanmak kötü bir emel olarak da nitelendirilmiyor. Ama mimar, biz expo’ya olan ilgi artsın diye böyle aykırı bir karar aldık, jüri de bunun faydalarını gördü ki bizi seçti diyebilir mi? Yoksa kulenin anti-demokratik birşey olduğunu, artık kentte heryerin kule benzeri yapılar ile dolu olduğunu bu yüzden bu projeyi yapma kararı aldığını mı söylemeyi tercih eder? Bu tercihlerden ikisi de doğru olabilir, biri yanlış olabilir, hiç biri olmayabilir. Metin kapsamında bu tartışmanın içinde eleştirinin olup olmadığı sorgulanmaktadır. Yani eğer Kule Yarışması fikri yanlış ise ve bu yanlışı bir şekilde projelendirmenin eleştiri olarak kabul edildiğini söylüyor olmamız, projeyi yapan mimarın, bireyin öncül adımı olan anlamlandırma sürecini de eleştiri olarak yorumlamamıza neden olmak zorunda mı?   Bu bağlam da Abdi Güzer’in eleştiri sözcüğünün kökeninde yer alan yargılama pozisyonuna, dolayısiyle eleştiren olmanın iktidarına sığındığını görmek mümkün oluyor. Eleştiri yerine niye anlamlandırma denilmediği de ortaya çıkıyor. Çünkü anlamlandırma içsel bir süreç olup ideoloji üretmiyor. Yargıcın sözünü ettiği bir “evrensel” hukuk ortaya koymuyor. İdeolojinin varolmasını sağlayan anlamsal bütünlüğü üretmiyor.

Kuleyi anti-demokratik olarak yorumlamak durumunda değilim. Güzer’in değindiği su kuleleri örneği, benim nezdimde işlevsel olmanın ötesinde bir şey de ifade etmiyor. Onun üzerinden simge arayacağımız durumu gayet tabi bir insanın giyim-kuşamında da bulmak mümkün. Gerçekten sormak gerekiyor, simge üretmeyen bir yapı mı var? Bu simgeler bizim yorumlarımız ile şekillenmiyor mu?  Barthes’in , Eyfel Kulesi’ni panoramik görüntünün demokratikleşmesini sağlayan bir araç olarak değerlendirdiği yorumu da bir kenarda duruyor ve bu yorum  aynı anda herkesin kendi Paris’ini Eyfel kulesi üzerinde inşa ettiğini de içeriyor.7 Güzer ise sadece kule söylemi üzerinden salt bir ideoloji üretmiş görünüyor. Deneyimleri eleştirdiğimiz zaman eleştirel kültür oluşmuyor.

  1.  Rıfat, Mehmet, Homo Semioticus ve Genel Göstergebilim Sorunları,syf. 35
  2.  Yürekli, Hülya, Yürekli Ferhan, Mimarlık Bir Entellektüel Enerji Alanı, syf. 140
  3. Yürekli, Hülya, Yürekli Ferhan, Mimarlık Bir Entellektüel Enerji Alanı, syf. 139
  4. Yürekli, Hülya, Yürekli Ferhan, Mimarlık Bir Entellektüel Enerji Alanı, syf. 139
  5.  Williams, Raymond, Anahtar Sözcükler s.106
  6. Williams, Raymond, Anahtar Sözcükler s.107
  7. Barthes, Roland, Bir Deneme, Bir Ders:  Eiffel Kulesi ve Açılış Dersi,

Yorum bırakın