Kendinde Amaç Olarak ‘Arzu’_Tuğçe Tarhan

‘’(…)Ve bana, ki hayatla aram iyidir, öyle geliyor ki

saadeti en iyi idrak edenler,

kelebek ve sabun köpüğü ya da benzeri türden insanlardır.

Bu yufka, ahmak, narin, hareketli ruhçukları uçuşurken görmek

-budur Zerdüşt’ü gözyaşı ve türkülere sürükleyen(…)’’ (1)

Bu ‘hareketli ruhçuklar’dan yola çıkarak ‘Dünyayı arzu yönetiyor’ dersek çok mu ileri gitmiş oluruz? Peki ama bütün kurallar, gelenekler, normlar ‘arzu’yu kontrol altına almak için değil midir? Ve bütün ‘karşı çıkış’lar ‘arzu’yu doyasıya yaşamak için?

Henri Lefebvre’e göre farklı düzeylerde bulunan toplumsal mantıklar kendi aralarında varlıklarını sürdürürler veya yarıklar üzerine kafa yorarlar. Yarıklardan arzu geçer. O olmadan, şekilsiz olan ‘insan malzemesi’, ‘özneler’ ve ‘nesneler’ kitlesinin üzerine sağlam bir şekilde oturmuş olan devlet tarafından kontrol ve garanti edilen mutlak bir biçime tabi olurdu. O olmadan, gündelik hayat hiçbir talebin olmadığı tek tip bir hal alırdı. Yıkıcılık bile düşünülemez hale gelirdi(2). Aslında ‘arzu’ çokluk demek değil miydi? Kendine örnek aldığı bir ‘teklik’ olmaması onu ‘çok’ yapmıyor muydu?

Aklın tek başına hüküm sürmeye çalıştığı dönemler makine-insan’ı yaratmaya çabalarken başarılı olabilmiş miydi? Teknolojinin imgelediği ‘kusursuzluk ve bitmişlik’, gerçek insanın kusurlu ve tamamlanmamış, ‘arzulayan’ varoluşuna baskın gelebiliyor muydu? Baudrillard bu ikileme ‘pornografik film’ örneği üzerinden yaklaşır. Ona göre, cinsellik imgesine bir boyut ilave eden pornografik film, arzu boyutundan bir şeyler götürür ve her türlü ayartıcı (seduction, Baudrillard’da önemli yeri olan bir kavramdır. Baudrillard, ‘ayartma’yı ‘üretme’nin karşısına koyarken seduction ve production kelimelerinin kökleriyle oynar: İkisi de ducere (götürmek, çekmek) fiilinden türetilmiştir; se- öneki ‘başka tarafa’, pro- öneki ise ‘ileriye’ anlamı verir, pro-ducre: ortaya çıkarmak, se-ducere: yoldan çıkarmak) yanılsamayı bertaraf eder. İmgenin hayal gücünden yoksunlaştırılmasının, imgeyi imge olmaktan çıkarmak için sarf edilen bu inanılmaz çabaların şahikası, bilgisayarda yaratılmış imgeler, dijital imgeler, sanal gerçekliktir(3).

Kendi imgeleriyle kendi gerçekliğini yaratmaya çalışırken, varolan gerçeklikten adeta ‘kopan’ modern dünya bir parçalanmışlık sürecine girer. Artık doğa-insan-kültür birbirini tamamlayarak bir bütün oluşturmaz, herbiri metalaşmış, kendi iç gerçekliğine hapsolmuştur. Süregelen parçalanmışlık süreci sanata da yansır. Bu noktada Kurt Schwitters sanatının amacı, Ali Artun’un deyimiyle, ‘parçaları yeniden kökenine iade ederek bir armoni oluşturmak’tır. Schwitters, bunun sonucunun ‘sezgi ve gizem birliği’ne yeniden dönüş olacağına inanır(tarih-öncesi bir armoniye ulaşmak). Sanatçı bu birliğe, yine Artun’un deyimiyle, aklın, zihnin, bilincin ‘dolayımı’ olmadan ortaya çıkan bir sanat anlayışıyla ulaşacağını öngörür. İşte, Kurt Schwitters’ın, her biri onun dünya algısının ‘dolayımsız’ ve ‘kendine has’ birer yansıması olan bölümlerden oluşan ‘Erotik Katedral’i bu anlayışın bir sonucudur. Erotik Katedral, Schwitters için, bir temsil aracı değil hayatının kendisidir. Sanatını ve gündelik hayatını birbirinden ayırmayan Schwitters, ‘gizemli birlik’ ve ‘bütünlüğe’ adeta ‘kendi’ üzerinden ulaşır.

Erotik Katedrali’nde, Kurt Schwitters’ın ‘şeyler tarafından yönetilmeye başkaldıran bir özne’ rolüne sahip olmayı arzuladığı söylenebilir. Bu başkaldırının Baudrillard’ın tanımını yaptığı o ‘yeni’ öznenin başkaldırısı olduğu düşünülebilir. Baudrillard’a göre, dünyanın belirsizliğini, akıldışılığını yansıtan eleştirel ayna olmak artık öznenin işlevi değildir; öznenin yokluğunun ve şeffaflığının yansıdığı, dünyanın kendisinin, çevremizdeki nesnesel ve yapay dünyanın yansıdığı aynadır artık o (4). Peki o halde bu yeni özne için ‘varolmak’ ne demektir, kendisi sadece çevresindeki nesnelerin bir yansımasıysa, kendi eliyle oluşturduğu yapaylığın kurbanı olmaktan nasıl kurtulabilir?

Kimbilir, belki de Schwitters gibi dış dünyanın çöplerini biraraya getirip, onları yeniden kurgulayarak kendi ‘anlamlar dünyası’nı yaratmak suretiyle…

(1): Nietzsche, F., ‘Böyle Buyurdu Zertdüşt’, 1885

(2): Lefebvre, H., ‘Kentsel Devrim’, 1970

(3), (4): Baudrillard, J., ‘Sanat Komplosu’, 1996

Yorum bırakın